Sevgili okurlarım, insan olarak, aydın olarak ne zaman bu ülke sorunları tartışılacak olsa, dönüp dolaşıp eğitimi sorgulamak durumunda kalıyoruz.
Lafı uzatmadan kısaca özetlemem gerekirse; bu ülkeye yapılan en büyük ihanetlerin başında:
1.Köy Enstitülerinin kapatılması…
2. Öğretmen okullarının kapatılması…
3.Köy okullarının taşımalı sisteme geçilerek köy okullarının kapatılmasıdır.
Öğretmen okullarının kuruluşunun 176. yıldönümü nedeniyle, Öğretmen Okulları ve Öğretmen Liseleri Birleşme ve Dayanışma Derneği ile Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu Mezunları Derneği birlikte Ankara’da “Öğretmen Okulları Mezunlarından Öğretmen Okulları” konulu bir panel düzenlediler. Bu panele, Artvin İlköğretmen Okulunda uzun yıllar öğretmenlik yapmış olan Güner Yalçın da konuşmacı olarak katıldı. Güner Yalçın’ın bu panelde yaptığı “Buruk Bir Yıldönümü” başlıklı konuşmasını siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum….
BURUK BİR YILDÖNÜMÜ
Güner Yalçın
(Eğitimci - Yazar)
Değerli öğretmen arkadaşlar, saygıdeğer izleyiciler,
Tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
İlköğretmen okulu ve eğitim enstitüsü çıkışlı, Artvinli bir emekli öğretmenim. İlkokullarda ve orta dereceli okullarda öğretmenlik yaptım. Uzun süre Artvin İlköğretmen Okulunda çalıştım.
Bugün 16 Mart. Bundan 176 yıl önce 1848 yılında. Öğretmen Okullarının, Darülmuallimin Rüşti adıyla kurulduğu gün. Bu okullar daha çok ortaokul düzeyindeki okullara öğretmen yetiştirmeyi amaçlıyor. Ancak giderek değişiyor, gelişiyor, yeni içerikler kazanıyor; İlköğretmen Okulu adını alıyor, sayıları artıyor. Yetiştirdiği on binlerce öğretmen ülkenin dört bir yanına dağılıyor, Anadolu’yu aydınlatmaya çalışıyorlar. Ne var ki kuruluşlarından 126 yıl sonra, 1974 yılında bu okullar öğretmen yetiştirme özelliğinden çıkarılıyor, liseye dönüştürülüyor. Böylece hem öğretmen yetiştiren bir kurum kapatılıyor, hem de 1934 yılından beri Yüksek Öğretmen Okulu adıyla orta dereceli okullara öğretmen yetiştiren okulların öğrenci kaynağı kurutuluyor.
Bugün artık kimler öğretmen olmuyor ki!...
Hangi okulu bitirirseniz bitirin, yeter ki elinizde bir diplomanız olsun; siyasal kimlikli birilerini buldunuz mu işiniz tamamdır. Ama yine de kadrolu öğretmen olmanız zordur. Ya yedek ya ücretli ya da sözleşmeli öğretmen olabilirsiniz. Alacağınız ücretler birbirinden farklı olacak. Hiçbir güvenceniz de olmayacak; her an göreviniz sonlandırılabilir. Kadroluysanız biraz şanslı sayılırsınız; ama yine de bir sınıflamadan kurtulamazsınız. Birtakım öznel değerlendirmelerle ya uzman öğretmen, başöğretmen olabilirsiniz ya da sıradan bir öğretmen olarak devam edersiniz. Buna bağlı olarak maaşlarınız da değişikliğe uğrar. Aynı okulda, aynı sınıflara girip çıkıyorsunuz, aynı konuları işliyorsunuz. Ama aralarınızda ayrılıklar, kopukluklar, uçurumlar… İçinizde eziklik, yüreğinizde burukluk…
Bugün öğretmenliğin geldiği, getirildiği nokta bu ne yazık ki...
Öğretmenlikle bu denli oynayanlar, öğretmenliği bu duruma getirenler, gözümüz gibi koruduğumuz çocuklarımıza da işte bu oranda değer veriyorlar; insanı, insanın eğitilmesini bu kadar önemsiyorlar…
Yeri geldiğinde yüksek perdeden bağırır etkili ve yetkililerimiz, bu ülkenin geleceğinin mimarları öğretmenlerdir diye. Nitelikli insan gücünün yetiştirilmesinde, toplumsal barışın sağlanmasında, kültürel değerlerin yaşatılıp yarınlara aktarılmasında öğretmenlerin çok önemli rollerinin olduğunu söyleyip dururlar. Buna karşın onu yaşamın acı çarkları arasında sıkıştırıp ezmekten, bölüp parçalamaktan da geri durmazlar. Oysa öğretmen okulları, köy enstitüleri gibi nitelikli kaynaklardan yetişen öğretmenleri bu denli dağınık durumlara getirmek asla mümkün olamazdı. Daha doğrusu o öğretmenler kendileriyle bu uygulamalara hiçbir biçimde izin vermezlerdi.
Öğretmen okullarının, eğitim enstitülerinin, yüksek öğretmen okullarının ve köy enstitülerinin çoğunluğunun tek işlevleri vardı: Öğretmen yetiştirmek. Bunu sağlayan da eğitim bilimi diliyle söyleyelim, “pedagojik formasyon” dersleriydi. Bunlar eğitim sosyolojisi, eğitim psikolojisi, rehberlik, ölçme ve değerlendirme, öğretim yöntemleri, teşkilat ve idare gibi derslerdi. Bu dersler, öğretmen adayının adeta kılcal damarlarına işler, onu öğretmenlikle bütünleştirirdi. Bu bile yetmezdi; köy ve kent okullarında, değişik zamanlarında birkaç kez yapılan uygulamalı eğitimler (stajlar) bu bütünleşmeyi iyice pekiştirirdi. Artık bu kişinin eğitsel bir yanlış yapması asla mümkün değildi.
Bir de bugüne bakalım. Bugün öğretmenlikte oluşturulan çeşitlilik, cemaat ve tarikatlara okullarda tanınan geniş olanaklar, eğitim düzeyini iyice düşürmüş bulunuyor. Özellikle cemaat-tarikat mensupları okul okul, sınıf sınıf dolaşabiliyor, istedikleri gibi hareket edebiliyorlar. “Pedapojik formasyon” sıfır. Artık okullarda, ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) denen kandırmaca içerikli proje çerçevesine akıl, bilim, deney, sorgulama yerine, bağnaz düşünceler, çağdışı uygulamalar kol geziyor. Bakanlık bu uygulamaların adeta öncülüğünü yapıyor. Eğitimdeki bu gerileme, bu düşüş Milli Eğitim Bakanlığına bağlı tüm okullarda gözlemlenebiliyor.
Geçmişte, öğretmen yetiştiren kurumlardan çıkanları hem başarılı hem kendilerine güvenli kılan önemli bir etmen de örgütlü olmalarıydı. İkinci Meşrutiyetle başlayan bu örgütlenmeler, Cumhuriyet döneminde daha da güçlü noktalara ulaştı. Arkasındaki örgütüne güvenen ve ondan güç alan öğretmen, daha dik duruşlu, daha güvenli hareket etti. Ödün vermedi, eğilip bükülmedi. Yüz yılı aşkın bu uzun süreçte birçok öğretmen örgütü oluşmakla birlikte bunlardan TÖDMF (Türkiye Öğretmenler Derneği Milli Federasyonu), TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası), TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) belirtilmeden geçilmemelidir.
Bu örgütlenmelerde canını ortaya koyarak görev alan, milli eğitim dizgemize önemli katkılarda bulunan, başöğretmen Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in daha da ilerilere taşınması için büyük bedeller ödemekten çekinmeyen yüzlerce eğitim emekçisi, öğretmen önderlerinden de söz edilmelidir. Tümünün adına birkaçını sayıyorum ve anıları önünde saygıyla eğiliyorum: Fakir Baykurt, Hayrettin Uysal, Feyzullah Ertuğrul, Ali Bozkurt, Cemil Çakır, Gültekin Gazioğlu… Bıraktıkları ve yaptıkları kılavuzumuz olsun.
Biraz da uzun yıllar görev yaptığım Artvin İlköğretmen Okulundan söz edeyim. Aslında bu okulların birinden söz etmek, tümünü anlatmak sayılabilir. Çünkü tek amaçları öğretmen yetiştirmek olan bu okullar, her yönleriyle birbirlerinin benzeriydiler.
Bu okullarda öğretmen olmanın özel bir ayrıcalığı yoktu. Ancak bu öğretmenlerin sorumlulukları çok fazlaydı, çalışmaları çok daha yoğundu.
Ötekiler gibi Artvin İlköğretmen Okulu da hem yatılı hem gündüzlüydü. Her iki kesim de sınavla alınırdı. Bu bakımdan ilköğretmen okullarında okuyanlar seçme öğrencilerdi. Yatılı öğrencilerin sınavlarını Bakanlık yapardı. Gündüzlü olacakların sınavı ise aynı okulun öğretmenlerinden oluşturulan bir komisyon gerçekleştirirdi. Bizleri büyük sıkıntıya sokan bu gündüzlü öğrenci sınavlarıydı. Kısa yoldan hayata atılmak için bu sınavlara katılım çok yoğun olurdu. Yoksul kırsal kesimlerde yaşayanlar için en kestirme yol, çocuğunun erkenden devlete kapağı atmasıydı. Bu da öğretmenlikti. Sınavlarda kılı kırk yarar gibi davranmalıydınız. Bütün gözler sizin üstünüzdeydi.
Yatılı öğrencilerin sorunlarıyla başetmek de bir başka önemli sorundu. Ana ocağından ilk kez ayrılmış olan genç-çocuk her şeyiyle size teslimdi. Yemesi, yatması, hastalığı, çalışması, harçlığı, üzüntüsü, sıkıntısı… Hepsinden sorumluydunuz.
Önemli bir sorun da zaman zaman, kimi de sık sık öğrenciler arasında oluşan anlaşmazlıklar, kavgalar, gruplar halinde kavgalardı. Önceleri yerli-yabancı kavgalaşmalar, giderek politik ve ideolojik alanlara kaydı. En sıkıntılı olan da buydu. Bunu dışarıdan körükleyenler de çok oluyordu.
Pek çok da güzellikler yaşanırdı bu okullarda. Yatılılık çok güzel dostluklar, arkadaşlıklar oluştururdu. 16 Martlar, yani öğretmen okullarının kuruluş yıldönümleri haftalar süren etkinlilerle kutlanırdı. Bu kutlamalar kentte, hatta ilçelerde bile halka sunulurdu.
Kısacası bu okullar kupkuru bilgi yükleyen kurumlar değillerdi. Bu okullarda öğretmenleri, öğrencileri içten yakalayan farklı güzellikler, zenginlikler, duygular, duygusallıklar vardı. Bu okulları unutulmaz ve değerli kılan işte bunlardı.
Saygılarımla. 16 Mart 2024
Güner Yalçın