(Öykü)
Mine, güvenlik kontrolünden geçerken parfümüne yasak diyerek görevliler el koydular. Yapacak bir şey yoktu. Valizi elinde ilk turnikeden geçerek ilerledi. Aslında Mine, bırakın uçağa binmeyi belki de çocukluğundan beri ilk kez insan içine çıkıyordu. Bu kadar kalabalık insan onu hayrete düşürmüştü. Bunca insan nerden gelip nere gidiyordu? O ana kadar bu kadar kalabalığı ancak televizyonlarda görüyordu. Günlük fırına ya da markete alışverişe giderdi ama böyle kalabalığa tanık olmamıştı. Ne yapacağını bilmemesine rağmen karşısına çıkan herkese bir şeyler sora sora buraya kadar gelebilmişti.
Elinde öteberilerini koyduğu küçük bir valizi, bir de el çantası vardı. Çantasını sıkı sıkı elinde tutarak kenara geçip derin bir nefes alarak bir süre insanların telaşlı davranışlarını izledi. Hepsinin de sanki çok acelesi varmışçasına adeta koşuyorlardı. Kimse kimseye bir şey sormuyor, birbirleriyle konuşmuyorlardı. Herkes nereye nasıl gideceğini biliyormuş gibi ilerliyorlardı. O ise 65 yaşında, bırak uçak yolculuğu yapmışlığını, doğru dürüst sokağa çıkmışlığı, bir toplu taşım aracına binmişliği bile yoktu. Şimdi ise tedirgin ve ürkek bir biçimde ilk kez uçakla yolculuk yapmayı göze almıştı. Her şey ona çok ama çok yabancıydı. Uçak biletini ise komşunun kızına internetten aldırmıştı.
Ne yapacağını, nere gideceğini bilmediği için güvenlikçi kadına yaklaşarak mahcup şekilde buraların yabancısı olduğunu, okuma yazma bilmediğini söyleyerek ne yapması gerektiğini sordu. Güvenlikçi kadın çok ilgili davranarak gişe görevlisine götürdü. Bu görevli, yapması gerekenleri tek tek anlattı. Ama Mine anlatılanların çoğunu aklında tutamadı. Güvenlikçi kadının söylediği gibi biletini giriş bölümündeki görevliye uzatıp İzmir’e gitmek istediğini söyledi. Görevli, bileti alarak kimliğini istedi. Gerekli incelemeyi yaptıktan sonra sanki kimliğini teyit ettirircesine birkaç soru sordu. Mine, zangır zangır titremeye başladı. Bunu fark eden görevli durumdan kuşkulanarak birkaç soru daha sordu. Sonra da neden tedirgin olduğunu öğrenmek isteyince Mine, uzun yıllardan sonra annesi ve babasına ilk kez gideceği için fazlaca heyecanlandığını, ayrıca uçak korkusun olduğunu söyledi. Görevli inanmış olmalı ki biletine mühür basıp kimliği ile birlikte iade etti ve kapıdan geçip bekleme salonunda saati gelinceye kadar beklemesini söyledi. Mine, uçağın kalkmasına ne kadar süre olduğunu sordu. Görevli:
-Orda yazıyor! diye azarlar şekilde söylemesi üzerine Mine:
-Benim okumam yazmam yok! dedi. Görevli, daha 2,5 saat süresi olduğunu, geçip içeride kafeterya da oturmasını bildirdi. Ayrıca bir saat sonra valizini 2 numaralı kapıda sıraya girip teslim etmesi gerektiğini bildirdi.
Mine, bileti elinde, söylenenleri yapmaya koyuldu. Biletini onaylattı, valizini teslim etmeye bir saat zaman vardı. Mine, sıcacık bir çayı hak ettiğini düşünerek kafeteryanın kuytu bir köşesine oturdu. Çok heyecanlıydı. Acaba 58 yıllık sır olan ailesinden birilerini bulabilecek miydi? Ne oldu da ilkokul birinci sınıfı bitirmesine sayılı günler kala babası gelip onu hiç görmediği, tanımadığı bir kadına teslim ederek vedalaşmadan, üzüntü belirtisi bile göstermeden sadece:
-Sakın hiçbir şey sorma, artık senin ailen bu hanımefendidir! diyerek sırtını dönüp gitmişti? Kendisinin gitmek istemediğini belirtmesi üzerine tartaklayarak zorla bir araca bindirildiği dün gibi aklındaydı. Teslim edildiği kadın işi sıkı tutmaya, başından gözdağı vermeye çalışmış olmalı ki daha arabada ilk karşılaştıklarında:
-Artık senin anan da baban da benim, bir daha onların adını ağzına almayacaksın! dediğinde can havliyle ağlamaya başlamış ancak bu kez de kadının sonu gelmeyecek olan ilk dayağıyla karşılaşmıştı.
Fakat en tuhafı da 5. sınıfa giden ablası Hatice o gün okula gelmemişti. Hatice ablası okula gelmiş olsaydı babasının kendisini bu kadınla kolay kolay gönderemeyeceğini düşünüyordu. Annesi neredeydi? Hatice ablasının o gün okula neden gelmediğini yıllarca kendine sordu ama ne bir cevap, ne de ailesinden bir haber alabildi. Hatice ablası okula gelmiş olsaydı belki de kendisini bırakmayacaktı. Babasına yalvarıp ağlamasının, hiçbir etkisi olmamıştı.
Gitmemek için ağlayıp direnirken babasının, yolun kenarında beklemekte olan mavi renkli bir arabanın arka kapısından başını tutarak zorla içeri sokarken son sözü:
-Sen akıllı bir kızsın, hanımefendiyi üzme, bizi, bu köyü, bugüne kadar bildiğin her şeyi unut, hanımefendinin elini tut ve bir daha bırakma! diyerek geri bakmadan çekip gitmişti. Bu, aklından hiç ama hiç çıkmadı. Yıllarca rüyalarına girdi. Yıllar içinde babasının yüzünü bile unuttu ama o gidişi gözünün önünden hiç gitmedi. Gittikçe boyunun küçülüşünü, bir süre sonra da gözden kayboluşunu bir türlü belleğinden silemedi. Gözünde küçülen sadece kendisinden uzaklaşan babasının boyu değil, ona olan sevgisi ve güveniydi.
Bunları aklından geçirirken kafeteryadan aldığı çayın daha içmeden elinde soğuduğunu fark etti. İki nefeste çayı yudumladı.
Saate baktı, daha eşyaları vermek için zaman erkendi. Gidip bir çay daha aldı.
Oturup çayını içerken kafeteryanın girişinden kucağında bir bir buçuk yaşlarında, sarı saçlı tombiş bir bebek bulunan uzun boylu genç ve çok güzel bir kadının kendisine baktığını gördü. O da genç kadına bakarak hafif gülümsedi. Tüm sandalyeler dolu olduğu için genç kadının ayakta kaldığını fark edince üzerine koyduğu valizini sandalyeden alarak yere bırakarak sandalyeye oturması için işaret etti.
Genç kadın oturmak için yönelirken gözlerini ondan ayırmıyordu.
Genç kadın yüzüne öylesine dikkatli bakıyordu ki, acaba tanıyan biri mi çıktı diye düşündü. Sanki yıllarca kaçmak isteyip de başaramadığı kaçışını şimdi yapıyormuş duygusuna kapıldı. Oysa artık onu engelleyecek, gidemezsin diyecek kimse yoktu. Ama yıllarca öğretilmiş korku ve çaresizlik hâlâ yakasını bırakmıyordu. İçinde bir ses, ‘tanıyan biri çıkar da hanımıma bildirirse anında beni yakalatır ve bütün planlarım suya düşer.’ diye geçirdi içinden. Hanımı Süheyla’nın ölmüş olması bile bu korkusunu yaşamasının önüne geçememişti....
Değişen yüz ifadesinden rahatsız olduğunu düşünen genç kadının, “Eğer rahatsız olduysanız ben kalkayım.” demesi ile irkildi. “Yok, be kızım olur mu hiç, oturun, aklıma bir şey geldi de ondandır.” dedi. Genç kadın tatlı bir gülümsemeyle:
-Teyze ben sade bir kahve içeceğim sen de içmek ister misin? diye sordu. Kadın bir an için korkularını bastırarak.
-Olur, benimki sade olsun, dedi. Genç kadın, elinde çay tepsisi ile ortalıkta gezinen garsonu çağırarak iki sade kahve söyledi. Mine:
-Adın ne senin kızım? diye sordu. Genç kadın:
-Mine, senin adın nedir teyze? diye sorunca gülümseyerek:
-Benim adım da Mine, dedi.
-Mine teyze senin adını kim koydu?
-Bilmem, babam ya da annem koymuştur herhalde. Peki, senin adını kim koymuş? diye sordu. Genç kadın:
-Benim adımı annem Gülsima koymak istemiş ama anneannem illa da Mine olacak diye tutturmuş ve anneannemi kıramadıkları için benim adımı Mine koymuşlar. Ben de annemin hevesi içinde kalmasın diye kızımın adını Gülsima koydum. Mine:
-Çok güzel bir şey yapmışsın aferin Mine kızım.
Mine teyze, söylemeden edemeyeceğim, anneanneme o kadar çok benziyorsun ki anlatamam. Seni görünce öylece kaldım. Başına bir tülbent bağlayıp anneannemin yanına gitsek kimse sizi hanginiz hanginizsiniz diye ayırt edemez. İnsanlar çift yaratılır diye boşuna dememişler.
-Kızım anneannenin adı nedir?
-Hatice, teyze… Mine, Hatice adını duyunca ablasının adı aklına geldiği için irkildi.
Yolculuk nereye teyze!
-Nasipse İzmir’e…
-İzmir'de mi yaşıyorsun?
-Yok, İstanbul'da yaşıyorum.
-O halde gezmeye gidiyorsun. İzmir'de kimler bekliyor bakayım bu tatlı teyzeyi?
Mine, biran bu soruya ne cevap vereceğini düşündü...
-Şimdilik hiç kimse! Yine de belli olmaz, bakmışsın bekleyen olmasa da uğurlayan birileri olur… Bir süre sessizlik oldu. Mine:
-Sen nerede oturuyorsun Mine kızım?
-İzmir'de teyze... İstanbul’a Kayınvalidemin ziyaretine gitmiştim, kızımı babaannesi özlemiş ona götürmüştüm, birkaç gün kaldık şimdi ise geri dönüyorum..
-Bak daha gitmeden İzmir'den bir tanıdığım oldu bile… Gülüştüler… Genç kadın:
-Tabii Mine teyze mutlaka beklerim, dedi. Mine:
-Kahvelerimiz de geldi Mine kızım, hadi bakayım afiyet olsun.
Kahveyi içmeye koyuldular. Mine:
-Hay aklına bin yaşa kızım, kahve çok iyi geldi. İçimde yıllardır bastırdığım duygularım resmen haykırıyor açığa çıkmak için. Mine derin bir nefes alarak iç geçirdi. Genç kadın:
-Teyze İzmir’in neresindensiniz?
-Ben İzmir'in Menderes ilçesinin bir köyünde doğmuşum. Hatırladığım fazla bir şey yok. Annemin adı Zeynep, babamın adı Mustafa Ali ve Hatice adında bir ablam vardı. Annem hamileydi, babam çiftçilik yapardı. Ben ilkokul birinci sınıfa gidiyordum. Hatice ablam da ilkokul 5 sınıfta idi. O sene köyden Çeşme’ye taşınmıştık. Babam beni İstanbul’da bir aileye evlatlık verdi ama soyadım bile değiştirilmedi. Yani evlatlık olsam en azından soyadım değişirdi, anlayacağın hizmetli köle olarak verdi. O günden sonra annemin, babamın ve ablamın adını anmak bile bana yasaklandı. Evin hanımı Suzan hanıma “Hanımanne” diye hitap etmem tembihlendi. Benim annem var dediğimde Suzan hanımdan ölesiye dayak yedim. “Senin benden başka hiç kimsen yok, bu evin içinde ben ne dersem onu yapacaksın. Eğer ailenden birinin adını söylersen o dilini kopartırım.” dediğinde korkudan ağlayamamıştım bile. Aynı korkutmalar uzun yıllar devam etti. Bir de Suzan hanımın 14 yaşlarında Zerrin adlı bir kızı vardı. Çok güzel giyinen bukle bukle saçları olan, güzelliği göz kamaştıran bir kızdı. Zerrin abla okula gidiyordu, sabah erkenden Hanımannemle kalkıp kahvaltı hazırlar, saçlarını tarar okula yolcu ederdik. İlerleyen yıllarda tüm görev benim üstüme kaldı. Suzan Hanım kızını her sabah “Prensesim” diyerek yolcu ederdi. Onun kızına her Prensesim dediğinde annem ve Hatice ablamı hatırlar, tuvalete gider gizli gizli ağlardım. Yine o okula gidince benim okulum, okuldaki arkadaşlarım aklıma gelir, çok üzülürdüm. Hatta birkaç kez Suzan Hanıma okula gitmek istediğimi söylediğimde ağzımdan burnumdan kan gelinceye kadar dövdüğünü unutamam. Öyle olunca da okulum birinci sınıfta kaldı. O gün bugündür ben o ailenin hizmetçisiyim.
Genç kadın, büyük bir ilgi ve üzüntü ifadesiyle:
-Dinliyorum Mine teyze sonra neler oldu?
-Zerrin ablam evlendi. Damadı eve içgüveyi aldılar. İki yıl önce Hanımanne öldü. Zerrin ablam görevi devraldı. Bir süre sonra Zerrin ablama, “Ben ailemi çok merak ediyorum, onları bulmak istiyorum” dedim. O da annesi gibi kızdı, bağırdı, çağırdı, hakaret etti tartakladı ve “Aileni merak ediyorsan defol git, ailen falan yok senin, kimseyi bulamayınca sakın bu eve geri gelme. Bu evde de kalacaksan o olmayan ailenin adını bir daha anmayacaksın” diyerek saçımdan tutup evin ortasında sürükledi. Genç kadın:
-Peki, teyze bu yaşa kadar hiç aklına kaçıp gitmek gelmedi mi?
- Gelmez olur mu a be kızım! Korktum gidemedim, neyle, nasıl gidecektim, ne param vardı ne de yol iz biliyordum. Bu zamana kadar elime beş kuruş para geçmedi. Evde yer içer, onlar ne alırsa onu giyerdim. Gelenlere karşı mahcup olmamak için giysilerimin düzgün olmasına özen gösterirlerdi. Susmaktan ve katlanmaktan başka çarem yoktu. Kaderime boyun eğdim, ya da boyun eğmek zorunda kaldım…
-Mine teyze evlenmedin mi? Belki evlilik bir kurtuluş olabilirdi…
-Yok, be güzel kızım ona da fırsat vermediler, ben de söyleyemedim. Üç ay önce Zerrin ablamı da kaybettik. Enişte kalp krizinden çok önce ölmüştü. Tek çocukları Ali Kemal de yurt dışında yaşıyor. Ben koca evin içinde kalakaldım bir başıma. O evde ölene kadar yaşayabilirmişim. Bir de banka hesabım varmış her ay ihtiyaçlarımı karşılayacak kadar para yatıyormuş, onu da yeni öğrendim. Avukat bey öyle söyledi. Genç Kadın:
-Mine teyze kusura bakma sormadan edemeyeceğim, şimdi nereye ve kime gidiyorsun merak ettim!
- 7 yaşındayken ne olduğunu anlamadan evlatlık ya da hizmetli olarak verilişimin hesabını kimseye soramam elbet ki. Annem, babam ölmüş olabilirler. Belki Hatice ablamı bulabilirim. Bilmiyorum. Ancak içimdeki ateşi söndürmenin başka yolu yok, yıllardır yapmak istediğimi yapmış olurum. Bulamasam bile umudumu tüketmiş olurum diye öylesine gidiyorum. Ama içimde öyle bir his var ki alev alev yanıyor, en azından ablamı bulurum diye kocaman bir umut besliyorum.
İşte böyle güzel kızım, senin de başını ağrıttım kusura bakma. Gülsima bebek de maşallah güzel uyudu.
Mmine teyze birer bardak çay içelim mi ne dersin?
-Aaaaa be kızım ben valizimi teslim edecektim, lafa daldık nasıl da unuttum geç kalmışız hay Allah...
-Mine teyze telaşlanma, ben de İzmir'e gideceğim, üstelik de aynı uçakla gideceğiz. Sen kızımın yanında dur, ben valizleri teslim edeyim.
Genç kadın kalkıp kendi valizleriyle birlikte Mine’nin valizini de götürüp teslim ederek geri döndü.
İki çay, iki de su istediler. Genç kadına fena halde kanı ısınmıştı Mine’nin. Bugüne kadar kimseye açamadığı sırlarını ona açmış, müthiş derecede rahatlamıştı. Genç kadının güven veren bir yanı vardı.
Çayı içerken genç kadın:
-Mine teyze, kimliğini verebilir misin? dedi. Kadının içini heyecan mı, korku mu ne olduğunu anlamadığı ağır bir tedirginlik kapladı ama veremem de diyemedi. Çıkarıp genç kadına kimliğini verdi. Genç kadın kimliği inceleyince birden rengi attı bembeyaz oldu, gözleri yaşla doldu. Elleri ayakları titremeye başladı. Çünkü anne ve baba adı anneannesininkiyle aynıydı. Mine:
-Kızım ne oldu, iyi misin? diye sordu ama genç kadın sadece:
-Teyze anneannemle konuşmam gerekiyor diyerek telefonunu çıkarıp anneannesini aradı. Anneannesi cevap verdi. Genç kadın, tonton anneannem diye hitap ederek hal hatır sorduktan sonra:
-Anneanne köyden Çeşme’ye taşındığınızda kaç yaşındaydın? diye sordu. Anneannesi, 11 diye cevap verdi.
-Peki, benim adımı niye Mine koydun? diye sordu. Anneannesi:
- Kızım bu uzun hikâye, gelince konuşuruz, dedi.
-Hayır, anneanne, cevabımı şimdi istiyorum, dedi. Anneannesi:
-Yavrum senin adını başka bir aileye evlatlık verilen ve izini kaybettiğimiz kardeşim Mine’nin adını koydum. dedi. Genç kadın, bunun üzerine:
-Anneanne bundan bana niye hiç söz etmediniz? diye bağırdı. Konuşmaya kulak misafiri olan Mine, yerinden fırladığı gibi genç kadının elinden telefonu kaptı ve çevredekileri umursamadan çığlık atarcasına:
-Hatice Abla, o gün okula niye gelmedin? diye bağırdı. Belli ki karşı tarafta Hatice Hanım konuyu kavramış karşısındaki kadının kız kardeşi Mine olduğunu fark edince o da:
-Kardeşim Mine diyerek ağlamaya başlamıştı. Ancak bu tarafta Mine başka bir söz etmeden, karşı tarafa cevap hakkı tanımadan ablasına aynı soruyu belki 50 kez bağırarak tekrarladı.
-Hatice abla o gün okula niye gelmedin!!?
Genç kadın telefonu zorla geri alarak iki Mine biri birlerine öyle bir sarılıp ağlamaya başladılar ki kafeterya da olan herkes nefeslerini kesip onları izledi.
Küçük kız derin uykusundan uyanarak ne diyeceğini bilemeden annesinin ve bu yabancı kadının ağlamalarını sessizce izledi…
Güvenlik görevlisi bir kadın gelerek:
-Hanımlar, ağlamanıza ara vermek zorundasınız çünkü İzmir'e gidecek olan uçağınız kalkmak üzere, lütfen uçağınıza geçiniz! uyarısıyla ikisi de küçük kızın elinden tutarak turnikeden geçip sessizce uçağa yöneldiler.
Mine Genç kadına dönerek:
-Mine Kızım, artık İzmir’de bir bekleyenim var! dedi…
Yazarın notu: Bir yaşanmışlık öyküsünü anlatarak bu öyküye kaynaklık eden, Sayın Hamide Çelik’e çok teşekkür ederim.