Çoğunuz görmüşsünüzdür, insanın en sadık dostu olan köpeklerini gezdiren insanların elindeki küçük plastik poşetlerle çevre temizliğine nasıl önem verdiklerini ve özen gösterdiklerini…
Bu taze ve sıcacık köpek dışkıları bir zamanlar çok kıymetliydi. Çok eski zamanlardan beri ekonominin önemli gelir kaynaklarından biri olan dericiliğe gerekli olan bu organik madde için çocuklar ellerine aldıkları teneke maşrapalarla bunları toplar ve sıcak-sıcak, hızla koşarak deri atölyelerine yetiştirirlerdi. Eskiler aceleci insanlar için “Tabakhaneye ‘bok mu’ yetiştiriyorsun” yakıştırması bu alışkanlıktan dilimize yerleşmişti. Ayrıca bu işle uğraşan yerlerde ve atölyelerde köpek çiftlikleri kurulmuştu.
Debbağhane (Tabakhane) denilen bu atölyelere tuzlanmış ya da herhangi bir işlem görmeden getirilen yaş ham deriler kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği sama safhasında, taze köpek dışkısı enzimleri ile deri yumuşacık, kıl köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen yani kaliteli oluyordu.
800 yıllık bir geçmişi olan, Selçuklular dönemine kadar uzanan Safranbolu tabakhaneciliği bu konuda Diyarbakır’la birlikte başı çekiyordu. Hatta, Milli Mücadele sırasında burada çalışan tabak ustaları ordunun postal ve deri ürünü palaska, fişeklik gibi ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla askerlikten muaftı.
GEREDE’DE KÖPEK DIŞKISI YOK, ASİT VE ZEHİR VAR.,
Safranbolu’daki bu tarihi zenaat yok oldu ama bugün Gerede Deri fabrikaları son yıllarda bu boşluğu doldurmaya başladı. Şu anda 38 adet olan bu deri fabrikalarının, tahsis edilen 88 parselin de yakında dolmasıyla 126 fabrikaya ulaşması bekleniyor.
Köroğlu dağlarından çıkan Uluçay Deresi Gerede içinden geçerek çevredeki derelerden de beslenerek Eskipazar’a ulaşıyor, Soğanlı Çayı adını aldıktan sonra, Karabük’te Araç Çayı ile birleşerek Filyos Irmağını oluşturuyor. Yenice, Gökçebey ve Çaycuma ilçelerinden geçerek Filyos’ta Karadeniz’e kavuşuyor.
Bilindiği gibi; önceki yıllarda İ. Melih GÖKÇEK’in belediye başkanlığı döneminde Uluçay Deresinin suyunun yüzde 94’ü Ankara’ya yönlendirilmiş, kalan yüzde 6’lık kısmı yatağında bırakılmıştı. Gerede’ye kadar Köroğlu Dağlarının bol mineralli berrak gibi akan bu Uluçay Deresi son yıllarda fabrikaların bulunduğu bölgeden sonra adeta ölmüş, simsiyah bir görünümle, içinde ve çevresinde hiçbir canlının yaşamadığı kirli bir akıntıya dönüşmüştü.
Köylünün topraklarında kullanamadığı, hayvanlarına içiremediği bu su yüzünden yaşamı olumsuz etkilenen çevre halkının şikayetleri dikkate alınmadığından son günlerde ahali arasında atalarından kalan bu toprakları terk etme ve göç kavramları dillerden düşmüyor.
Gerede’deki 38 fabrika kimyasal yöntemlerle bu faaliyeti sürdürüyor. Arıtma tesisleri olmadığı için günde 10 bin metreküp kimyasal atığı Uluçay deresine deşarj ediyor. Ayrıca bizim, Karabük Demir-Çelik emekçilerinin maaşlarından kesilen paralarla yapılan GERKONSAN'ın (şimdi Gerede Çelik Konstrüksiyon Fabrikası) atıkları da bu dereye akıyor. Karadeniz’e kadar 288 kilometrelik güzergah üzerinde bulunan yüzlerce köyde ve yerleşkede, yukarıda belirttiğimiz 355 bin dolayında insanın yaşadığı ilçelerde sağlığı ve tüm doğayı tehdit ediyor, ekosistemi bozuyor. Uzun bir süredir bu sorunu kamuoyuna taşıyan ve çözümler arayan “Gerede ve Eskipazar Halkı Çevre Katliamına Dur Platformu” nun yaptığı çalışmalarla, hazırladığı raporlarla ve sosyal medya ile duyurduğu, NOW, CNN TÜRK ve BRTV televizyonlarıyla defalarca dile getirdiği bu doğa düşmanlığı ne yazık ki; devam ediyor. Mağdur olan çevre halkının çığlıkları duyulmuyor. Platformun Karabük ayağındaki EKODER (Eskipazar Ekonomik Kalkınma Derneği) Başkanı Ziraat Mühendisi Mehmet Emin ASLAN, Prof. Dr. Hasan ÇELİK ve Geredeli sivil toplumcular İlhan ARMAĞAN ile Mustafa HALICI bu mücadeleyi birlikte sürdürüyorlar. Bugüne kadar Çevre Bakanları Murat KURUM ve Mehmet ÖZHASEKİ'ye ikişer kez rapor sundular, 7 kez basın bildirisi yayınladılar, 3 kez Bolu Valisi ile görüştüler, TBMM'de Bolu ve Aydın CHP Milletvekillerinin bu sorunla ilgili önerge vermesini sağladılar. Yaptıkları bu çalışmalara ve görüşmelerde alınan sözlere karşın uygun bir arıtma tesisi yapılması ne acı ki; bu güne kadar gerçekleşmedi.
HEP KARABÜK SUÇLANDI
Filyos ırmağındaki bu kirlilik nedeniyle yıllardır Karabük Demir Çelik Fabrikaları suçlanıyor, fatura Karabük’e çıkarılıyordu. Oysa Karabük DÇ Fabrikaları’nda Alman DEMAG firması tarafından 1965 yılında yapılarak ertesi yıl işletmeye alınan Kontinü Haddehane’nin hemen yanında, sendika baş temsilciliğinin arkasında son derece modern ve C Projesi adı verilen büyük kapasiteli bir arıtma tesisi yapılmıştı. Bu tesisin çok büyük bir havuzu vardı. 33 yıl orada çalıştığım için biliyorum, arıtma sonrası toplanan ve tekrar ünitelere servis edilen suların dinlendirildiği bu havuzda lepistas vb. akvaryum balıkları üremiş, bu balıklar küçük kepçelerle alınarak arkadaşlarımızın evlerindeki akvaryumlarda yaşamlarına devam etmişti.
Üç milletvekilinin ve Karabük 3 Nisan Üniversitesi rektörünün de bulunduğu, mütevelli heyet üyesi olduğum Ankara Karabüklüler Vakfi’ında 15 Mayıs Perşembe günü yaptığım konuşmada, üniversitelerin toplum sağlığı ve çevre konusunda da çalışmalar yapması gereğine değinmiş ve Filyos ırmağındaki bu büyük soruna rektörün dikkatini çekmiştim. 17 Mayıs Cumartesi günü de Zonguldak Eğitim ve Kültür Vakfı’nın (ZOKEV) söyleşi etkinliğindeki konuşmamda da bu konuya tekrar değinmiş ve il sınırları içinde de sağlığı tehdit eden bu sorunu dile getirmiştim. Bu konuda söyleşimin moderatörü olan ZOKEV Mütevelli Heyet Üyesi Ahmet ÖZTÜRK’ün, Zonguldak’ta da bu konuda bir çalışma olduğunu anlatması ve bugün iki sivil toplum örgütlenmesinin güçlerini birleştirerek birlikte sorunun çözümüne odaklanması beni çok mutlu etti.
Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Türk Havacılığını geliştirmek ve gençlere havacılığı sevdirmek amacıyla 1925 yılında kurduğu Türk Hava Kurumu’nun en önemli gelir kaynakları arasında Tayyare Piyangosu ile kurban derilerinin bu kuruma bağışlanması bulunuyordu. Bu doğrultuda özellikle kurban bayramlarına yakın günlerde THK’nın 10-15 uçaktan oluşan filoları bütün yurdu dolaşır, halkın kurban derilerini kuruma bağışlamalarını içeren bildiriler atar, isteyen yurttaşları da uçurur, meydan turu attırırlardı. Çocukluğumda Kokaksu’da (Saltukova) 2. Dünya Savaşı koşullarında yapılan meydana gelen bu uçakları görmeye ve uçmaya ben de gitmiştim. Turgut ÖZAL başbakanlığı döneminde THK’nın bu önemli gelir kaynağını tırpanladı ve yüzde kırkı dışındaki deri gelirini Kızılay, Yeşilay gibi dernekler ve vakıflara tahsis etti. Günümüzde kurban derilerinin çoğu özellikle dini vakıflar tarafından paylaşılıyor.
Rusya Federasyonu’ndan ithal edilen ham deriler Gerede’deki fabrikalarda kimyasal yöntemlerle yarı mamul haline getirilirken asidi ve zehirini bize bırakıyor, İtalya’da çanta, giysi ve deri aksesuar haline getirildikten sonra dünya pazarlarında maliyetinin 30-40 misli fiyatlarla vitrinlerde müşteriye sunuluyor.
EĞER BU BÜYÜK SORUN ÇÖZÜMLENMEZSE; ÇOK YAKIN BİR GELECEKTE FİLYOS IRMAĞI KORKARIM GERİ DÖNÜŞÜMÜ OLMAYAN BİR KANALİZASYONA DÖNÜŞECEK. UYARIYORUM...
Fikret GÖKÇE
Kıbrıs Gazisi-Mak. Müh.