Bizim sarı altınımız, bereketli tarlalarımızda yetişen başaklarımız, buğdayımız, arpamız, ayçiçeğimizdi,
Bizim yeşil altınımız, zeytinimiz, tütünümüzdü, çayımızdı,
Bizim beyaz altınımız pamuğumuzdu,
Bizim köylümüzün ‘beşi bir yerdesi’ şeker pancarımızdı…
Önce 2006 yılında ‘ata tohumlarımızı’ yasakladılar,
2010 yılında ikinci kez ürün vermeyen İsrail tohumunu kullanma şartını getirdiler,
Kimyasal yöntemlerle ithal mısırdan nişasta bazlı kansorejen şeker (NBŞ) üreten, ABD’nin ikinci büyük şirketi ‘CARGILL’i, Orhangazi’de İznik Gölü’nün yanına, tarım arazisine kurdular. 25 şeker fabrikamızın 14’ünü özelleştirmeye açtılar, pancar üreten köylümüzün ekmeğini kıstılar…
13 Şubat’ta İliç’te yaşanan faciadan bu yana üç hafta geçti, 35 milyon metre küp siyanürlü atıktan oluşan yapay dağın altındaki 9 yurttaşımıza hala ulaşılamadı. 210 bin metre karelik alanda binlerce görevliyle başlatılan aramaya son verildi. Enerji Bakanı’nın anlatımıyla yığının kaldırılması için 400 bin kamyona gereksinim varmış. Ülkemizdeki kamyon sayısı 870 bin dolayında., Avrupa’daki tüm ülkelerin sahip olduğu kamyon sayısının yaklaşık iki katından daha fazla olan kamyon varlığımızın yarısı olan bu sayıdaki kamyonu oraya getirmek bile mümkün değil.,
ALTINA HÜCUM
24 Aralık 1848’de Kuzey Kalifornia’da 800 kişinin yaşadığı Dawson City’de altın bulunduktan sonra yöreye müthiş bir akın başlamış, kasabanın nüfusu 1853 yılında 250 bine çıkmıştı.
Önceki ABD Başkanı Donald TRUMP’un servetinin, büyük dedesinin altın bulmak amacıyla bu kasabaya doluşan insanlar için açtığı lokanta ve otellerden kazanıldığı biliniyor.
Demir Ökçe, Deniz Kurdu ve Beyaz Diş gibi romanların ünlü yazarı Jack LONDON’da altına hücum eden maceraperestlerden biriydi. 21 yaşında bölgeye ulaştığında altın savaşına girmedi. Bölgede yaşanan acıları, dramatik olayları ve hüsranla sona eren maceraları konu alan öykü ve romanlarıyla şöhret kazandı.
Sömürgeci batılı ülkelerden göçenlerden oluşan Amerikalılar, kıtanın asıl sahibi Kızılderililerin kökünü kuruturken bir yandan da Afrika’nın yer altı ve yer üstü zenginliklerini yağmalıyor, yerli halkını ağ ve tuzaklarla yakalıyor, gemilerle ülkelerine taşıyarak köle yapıyorlardı. Amerika’daki siyahilerin atası olan, av hayvanları gibi yakalanan KUNTA KİNTE’lerin, okyanusta haftalarca süren yolculuk sırasında hastalık, açlık ve pislik yüzünden çoğunun nasıl öldükleri, ‘Kökler’ dizisinde anlatılıyordu.
Can ve kana doymayan, yağmacı ve aç gözlü emperyalist ABD ve sömürü ortakları bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde bu alışkanlıklarına devam ediyorlar. Güzel yurdumuzun doğal varlıklarını, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, iklimini, toprağımızı ve sularımızı en önemlisi tüm canlılarla birlikte insanlarımızı yok ediyorlar.
Aynen 6 ve 10 Şubat 2011’de Afşin / Elbistan’da açık linyit madeninde kayan yüz binlerce ton toprağın altında kalan 11 madencimizin yaşadığı olay gibi, “BABALAR GİBİ SATARIM” diyenlerin özelleştirdiği madenlerimizde gerekli güvenlik önlemleri alınmadan ‘hızlı, ucuz ve çok üret’ politikası nedeniyle ölümler devam ediyor. Afşin’de toprak altındaki canlarımızdan biri de Maden Mühendisi, çok sevdiğimiz, rahmetle andığım Karabüklü Nail YILMAZ’dı. Ağabeyi İsmail kazadan sonra yapay bir dağ olan yığınların üzerinde umutla günlerce kardeşini aramış, acılı ve yaralı yüreğiyle dönmek zorunda kalmıştı.
Yerli işbirlikçileriyle birlikte başta ABD, İngiliz ve Kanada’lılar olmak üzere ülkemizin 19 bölgesinde yabancı şirketler altın madeni işletiyorlar. Bu maden sahalarının görüntüleri bile insanı dehşete düşürüyor.
Dünya piyasalarında 1 ons (31.10 gram) altın 800 dolara satılıyor. En çok altını yılda 332 tonla Çin üretiyor. Sonra, Rusya 330, Avustralya 315, Kanada 192.4 ve ABD 186.8 tonla sıralanıyor. Türkiye ise; 39.5 ton/yıl üretilerek 23. sırada bulunuyor. Ama üretilen bu altının bize yararı yok. Sadece komisyonculuk yapan yerli ortaklar dışında neredeyse tamamı ülkemizi yağmalayan şirketlerin ülkesine gidiyor.
MHP’li bakan tarafından yeterli kamu hizmeti yok denilerek görevden alındıktan sonra Danıştay’da açtığım davanın lehime sonuçlanmasına karşın, AKP’li bakanın yargı kararını uygulamaması nedeniyle 2003 yılında emekli olmak zorunda kalmıştım. 2019 yılına kadar özel sektörde iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olarak çalıştığım süre içinde Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde İngilizlerin yerli ortak Özköseoğlu şirketiyle işlettiği bir altın madeninin ekipmanlarını iki kez denetlemeye gittim. 4 Şubat 2017’de gittiğim ikinci denetlemede doğaya karşı yapay bir suikastla karşılaştım. Üzeri yoğun bir ormanla kaplı olan tepe patlatılacaktı. Çevreyi boşalttılar. Yapılan anons sonrası meydana gelen patlamayla koskoca dağ, üzerindeki ağaçlar ve orman içinde yaşayan canlılarla birlikte paramparça oldu. O dağın eteklerinde üç köy vardı. Ve o dağlar Milli Mücadele sırasında önemli merkezlerden biri olan Balıkesir’in şehit kanlarıyla sulanmış kutsal vatan topraklarının önemli bir parçasıydı. Dağla birlikte yüreğim de parçalanmıştı.
Patlamadan sonra kıvrılarak akan dereyi takip ederek siyanür havuzuna gittim. Havuz yapmak için çok büyük bir alan oyulmuş, güya zehirin toprağa sızmaması için zemine membran döşeniyordu. Havuz hazırlandıktan sonra parçalanan toprak ve kayalar buraya getirilecek, sülfirik asitle ayrıştırıldıktan sonra 1 tondan 5 gram altın elde edilecekmiş. Değer mi buna ? Yıllar önce turistik jeotermal bölge ilan edilen bu bölgenin eko sisteminin bozulmasına, çevredeki üç köyün yaşamının tehdit edilmesine, o tertemiz akan derenin zehirlenmesine değer miydi?
BERGAMA DİRENİŞİ
Bugün ülkemizin iklimini bozan, ekosistemi ve doğayı yok eden 19 yağmacı altın şirketinin öncüsü, Avustralya, Kanada ve Almanya ortaklı Eurogold şirketiydi. Bu şirketin Bergama’nın Ovacık Köyü yakınlarında 1989 yılında başlayan çalışması, başlangıçta yöre halkını memnun etmişti. Fakat siyanür gerçeğini öğrendikten sonra eski belediye başkanı Sefa TAŞKIN ve CHP İlçe Başkanı Oktay KONYAR öncülüğünde örgütlenen köylüler benzersiz bir direniş ortaya koydular. Yaptıkları eylemler dünya basınında bile yer buldu. İstanbul boğaz köprüsünün demirlerine kendilerini zincirle bağladılar. Belden yukarıları çıplak TBMM ve Başbakanlık önünde oturma eylemi yaptılar. Çanakkale’ye yürüdüler. Çubuklu pijamasıyla “ HOPDEDİKS” lakaplı Bayram UZUN bu eylemlerin sembolü oldu. İliç’te olduğu gibi ‘rüşvet’ iddiaları burada da etkili oldu. 2002 yılında öldürülen Doç. Dr. Necip HABLEMİTOĞLU’nun yazdığı Alman vakıflarının olaya karışması, DGM Savcısı Nuh Mete YÜKSEL’in olaya el koyması bu direnişi bozdu, köylüleri böldü. Koza Madencilik adıyla bilinen şirket bugün hala Bergama'da faaliyetine devam ediyor.
Ne diyordu Büyük ATATÜRK Gençliğe Hitabesi’nde ?
…. CEBREN VE HİLE İLE AZİZ VATANIN BÜTÜN KALELERİ ZAPT OLUNMUŞ, BÜTÜN TERSANELERİNE GİRİLMİŞ, BÜTÜN ORDULARI DAĞITILMIŞ VE MEMLEKETİN HER KÖŞESİ BİLFİİL İŞGAL EDİLMİŞ OLABİLİR….
Yüz yıl önce Büyük Atamızın işaret ederek yaptığı bu uyarıyı;
Binlerce maden ruhsatı verilirken,
Vatan topraklarımız yağmalanırken,
Limanlarımız satılırken
Yurdumuz 13 milyon mülteciyle adeta işgal edilirken NE YAZIK Kİ BİZ GÖRMEZDEN GELDİK…
Fikret GÖKÇE
Kıbrıs Gazisi-Mak. Müh.