"Goethe'nin bir sözü var.
"İnsanın gözü bildiği ve anladığı şeyi görür... Ancak daha derin bilgi ve kültürün bize gösterdiği birçok şeyi, önümüzde durduğu halde yıllarca görmemiş olabiliriz."
Ve Mevlevi felsefesidir;
“Neyi arıyorsan, sen o'sundur.”
Yıl 1905'di.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Theodore Roosevelt, rezervasyonlardaki Kızılderililerin şikayetleri üzerine bir toplantı düzenlemişti.
Kızılderili şefleri trenle New York'a getirildi.
Bir heyet kendilerini karşıladı.
Konuklara toplantı öncesi kenti gezdiriyorlardı.
Sokaklardaki insan seli, arabaların, iş makinalarının gürültüsü Kızılderilileri şaşırtmıştı.
Bir ara Oglala Lakhotaları'nın şefi ve şamanı Hehaka Sapa (Kara Geyik) bir Ağustos böceğinin şarkısını duyduğunu söyledi.
Yanındaki diğer reisler onayladı.
Ama beyaz adamlar inanmadı.
Kentte Ağustos böceğinin olmayacağını, olsa bile bu gürültüde duyulamayacağı söylediler.
Kara Geyik ısrar etti.
Arabayı durdurdular.
Araçtan indi, ilerideki parka gitti ve bir ağaçta Ağustos böceğini gördü. Diğerleride onu takip ediyordu.
Amerikalılar şaşırmıştı.
"Olamaz" dediler, "Sende doğaüstü güçler var."
"Hayır" dedi Kara Geyik,
"Ağustos böceğini duymak için doğaüstü güce ihtiyaç yok."
Amerikalılar, "O zaman biz niye duymadık?" dediler.
Kara Geyik cebinden metal 50 sent çıkardı, kaldırımda yürüyen insanların arasına yuvarladı..
Bir anda sesi duyan herkes yuvarlanmakta olan sente dikkat keserek "acaba benden mi düştü!" diye paraya bakmaya başladı.
Kara Geyik yanındakilere sordu.
"Anladınız mı?"
"Anlamadık" dediler.
Anlattı.
"Bir insan için önemli olan nelere değer verdiğidir.. Çünkü her şeyi ona göre duyar, ona göre görür ve ona göre hisseder.. Siz doğaya değer verseydiniz, Ağustos böceğinin şarkısını duyardınız."
"Bu bilinen bir Kızılderili hikayesidir…
***
Bence bu hikaye kıssadan hisse olarak kabul edilerek, herkes kendisine şu soruyu sormalı..
Neye değer veriyorum?
Neyi görüyor, neyi duyuyorum? Ya da neyi görüp, neyi duymalıyım?
Yerde yuvarlanan metal paranın sesini mi?
Ağustos böceğinin şarkısını mı?"
Ne acıdır ki toplum, çok büyük bir çürümeyle yüz yüzedir.
Düşünün ki,
6 Şubat büyük felaketini yaşayan insanlar hala konteynırlarda kalıyor. Nasıl yaşadıkları konusunda fikri olan var mı?
Yine o felakette 88 saat enkaz altında kalan ve ulaşıldığında “önce kedimi kurtarın” diyen çocuktan bu toplum ne öğrendi, ya da vicdanlarımızda ne tür bir iz bıraktı?
Bilim insanları sıkça yaklaşmakta olan iklim krizinden söz ediyor. Ülkede hoyratça ve hesapsızca ormanlar kesilip yok edilirken gelecek kuşaklara karşı olan sorumluluğumuz neden kimsenin umurunda değil?
Bugün Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde dokuz askerin şehit olması (ki 20 günde 21 ‘e ulaştı) nedeniyle CHP tarafından Ankara’da yapılması planlanan “Anayasaya Saygı” miting iptal edildi. 40 yıldır ülkede bu sorun devam ediyor, İktidarın 20 yılı aşkındır, “terörün kökünü kazdık” söylemlerinde bulunuyor ama adına ister “terör” deyin, ister “kirli savaş” kimse neden bitirilmiyor diye sormuyor. Özellikle de seçim dönemlerinde hız kazanması ise ayrı bir soruşturulması gereken bir konu olmasına rağmen, Davutoğlu’nun gar katliamı sonrası “oylarımız arttı” dediği şekli ile bu ölümlerin kimlerin işine yaradığı açığa çıkarılıp teşhir edilmeli ve çözüm reçeteleri topluma anlatılmalı.
Kim bilir, hayat bize daha neler öğretecek. Yeter ki biz duymasını ve görmesini bilelim. Yaşadıklarımızdan ders çıkarmalıyız. İnsanlığımızı hırslarımız uğruna kaybetmeden, insan merkezli çözüm önerilerimizi hayata geçirmenin yollarını bulmalıyız.
Ve son olarak 21. Yüz Yılda insanlık suçu kabul ettiğimiz her türlü terör, savaş, sömürü ve eşitsizliği nefretle reddediyor, kınıyor hiçbir ananın gözyaşının akmasını istemiyoruz…